Corona Virüs Salgınının Hukuki Boyutu
Dünyadaki bütün hukuk sistemleri, verilen sözün tutulması gerektiğini kabul eder. Eğer insanlar, verdikleri sözü tutmak zorunda olmasalardı, sözleşme hukuku diye bir şey olmazdı. Uluslararası hukukta bu zorunluluk, “ahde vefa ilkesi” olarak ifade edilir.
Diğer yandan, hiçbir beşeri irade, gelecekte gerçekleşmesi muhtemel tüm olasılıkları öngöremez ve hesaba katamaz. Hatta en gelişmiş devletler bile bu imkandan yoksundur. Bu nedenle hukuk sistemlerinde mutlak kurallar nadiren bulunur. Neredeyse, her kuralın bir istisnası, her istisnanın bir müstesnası vardır.
Kurallar, galip ihtimallere göre; istisnalar ise nadir ihtimallere göre inşa edilir. Gerçekten herhangi bir hukuk kitabı okunduğunda, hayatın sistematik bir akışla ele alındığı görülür. Hatta okuyucu, hayatın hiçbir sıradışılık barındırmayan tekdüze bir olgu olduğu hissine kapılır. Oysa, hayat kanunlara göre akmak zorunda değildir ve hukuk sistemi sıradışı durumlara göre inşa edilmiş değildir.
Corona virüs salgını da kanunlarda cevabını bulamayacağımız sıradışı bir durumdur. Ayrıca, ülkemiz açısından son derece öngörülemez bir durumdur. İnsanların daha önce verdikleri sözlerle ve imzaladıkları kontratlarla bağlı tutulmalarının hakkaniyete uygun olmayacağı kuşkusuzdur. Fakat kuşkulu olan durum şudur: hangi hukuki müesseseye dayanarak sözleşmeye bağlılıktan kurtulmak mümkün olacaktır. İşte böyle durumlarda sözleşmeye bağlılık ile geleceğin öngörülemezliği arasında derin bir çelişki ortaya çıkmaktadır.
Daha konu gündeme gelir gelmez, sosyal medyada “mücbir sebep yarışı” başladı.
Mücbir sebep kavramı, mutlak olarak kaçınılmaz surette bir borcun ihlaline sebebiyet veren, harici bir hadise olarak tanımlanmaktadır (Bakınız: Haluk TANDOĞAN, Türk Mesuliyet Hukuku, Tıpkı Basım, İstanbul 2010, s. 464). Dikkat edilirse, mücbir sebep kavramı, sözleşmenin bir tarafının öngörülemeyen ve kendisinden kaynaklanmayan bir hadisenin yükünü taşımaması için ortaya çıkan bir hukuki müessesedir. Mücbir sebebin, borcun ifasından kurtarmasının altında da “imkansızlık kavramı” yatmaktadır. İmkansızlık kavramı ise, sınırları gri alanlarla dolu olan birçok açıdan belirsiz bir kavramdır. Söz gelimi, şu anda AVM’lere gitmek imkansız mıdır? AVM’deki mağazaların açılması imkansız mıdır? Soyut olarak düşündüğümüzde bunlar için imkansız nitelendirmesini yapabilir miyiz? Bunların hiçbirisine tereddütsüz bir şekilde imkansız diyemeyiz. Fakat ticari bir bakış açısıyla müşteri gelmeyen bir AVM nin ayakta kalmasının “imkansız” olduğunu hepimiz tereddütsüz bir şekilde söyleyebiliriz. Normal şartlar altında bir yatırımcı, kar elde etme nimetinden yararlanırken; zarar etme külfetine de katlanır. Bütün AVM’lerin ekonomik olarak çökmesi ihtimalinin doğduğu bu şartlar altında kar elde ediyorsanız, zarara da katlanırsınız, denilebilir mi !
O halde kiracı mücbir sebep nedeniyle kira bedelini ödemekten kurtulur demek, hiçbir sorunu çözmez. Çünkü kiraya veren(AVM), kiralananı kullanıma hazır şekilde bulundurmaktadır.
Kaldı ki, burada mücbir sebep, sadece bir tarafı değil, iki tarafı da etkilemektedir. Tüm dünyada alınan önlemlerin sözleşmenin sadece bir tarafı için mücbir sebep olduğunu söylemek, adil ve makul görünmemektedir.
Sosyal medyadaki hukuki değerlendirmelerde şu ana kadar değinilmeyen bir başka çıkmaz da şudur: “Borçlunun, fevkalede halden ve hatta mücbir sebepten de mesul olmayı mukavele ile kabul etmesine cevaz vardır. Bundan başka, hangi hadiselerin mücbir sebep sayılacağının mukavele ile önceden tayin ve tahdidi de caizdir; mücbir sebepler mukavelede hasren tadat edildiği takdirde, bunların dışında kalan hadiseler artık mücbir sebep kabul edilemez” (TANDOĞAN, Mesuliyet, s. 468).
Sonuç olarak, ülkemiz kanunları kırk yılda bir görülen pandemi ihtimaline göre düzenlenmediğinden hakkaniyete uygun adil bir çözümün geliştirilmesi farklı bir bakış açısını gerektirmektedir. Tabi ki, hukuk teorisinden bağımsız keyfi çözümler üretilesin, demiyoruz! Yine hukuk teorisi içerisinde adil ve makul çözümler üretilebilir. Bu noktada özellikle “fedakârlığın denkleştirilmesi” müessesesi son derece elverişli, adil ve mantıklı görünmektedir.
Beklentimiz, yetkililerin, mevcut hukuki normlarla olayın adil ve makul bir çözüme kavuşturulamayacağını görmeleri, durumun aciliyetine binaen, gerekli hukuki düzenlemeleri ivedilikle yapmalarıdır.
Av.Pelin ŞENOL BARUH
www.baruhhukuk.com